İKTİSADİ KRİZDEN GENEL KRİZE İSYANLARDAN DEVRİMLERE!

Her sınıf İçin Gençlik Gelecek

Geçtiğimiz dönemde, gençliğin özel olarak politika üretilmesi gereken alanlardan birisi olduğunu kanıtlayan gelişmeler, hayli önemli hamleleri içeriyordu. Liseleri de kapsayan ilköğretim dönemine yönelik adım, 8 yıllık “zorunlu” dönemi 12 yıla çıkarıyormuş gibi yapıp 4 yıla indirme kapsamında getirilen düzenleme (4+4+4) ile atıldı. Zaten eğitim sistemi ve disiplin yönetmelikleri, olmadı, polis-adliye kelepçesi ile sindirilmeye çalışılan gençliğin karşısına kendi neslinin öncülerini çıkarmak hedeflenmektedir. Bu yönlü hamasetten de okunabileceği tarzda sistem buna uygun düzenlenmektedir. İdari bakımdan yapılan düzenleme, öğretmen kadrosuna yönelik planlamayla birlikte koşullar çepeçevre oluşturulmaya çalışılmaktadır. 120 bin öğretmen açığı olmasına karşın 274 bin 543 ataması yapılmayan öğretmen vardır. Bu nedenle intihar edenlerin sayısı 30’u aşmıştır…

En az bunun kadar önemli adım ise sayıları 200’e tırmanan, öğrenci nüfusu 2 milyonu çoktan aşmış bulunan yüksek öğretim alanında gerçekleştirilmek istenmektedir. 12 Eylül mahsulü YÖK yasası ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiş, özü ve temel felsefesi muhafaza edilmekle birlikte belli müdahaleler ile restore edilmesi gerekmiştir. Temel dertlerden birisi sermayeye alan açmak, egemenliğini pekiştirmek ve ticarileştirmeyi artırmaktır. Bilginin alabildiğine metalaştırılmak istendiği düzen içinde sistemle tam uyumlu bir kurumsallaşmaya gidilmektedir.

Bilimsel üretim sermayenin bütünüyle gereksinimlerine endekslenmektedir. Mütevelli heyetlerinde doğrudan temsil edilecek komprador burjuvazinin, tam denetim kurma amacına uygun bir yapılanmaya gidilmektedir. Yasa taslağının gerekçesinde vurgulu bir açıklıkla yer verilen, “evrensel kalite standartları ve güvencesi”, “yerel ve uluslararası rekabet”, “finansal esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı”, “performans değerlendirmesi” gibi kavramlarla anlatılmak istenen; bilimsel üretim değil, sermayenin daha fazla kar ve kazanç esaslarına yönelik, “araştırma”, ve “geliştirme” faaliyetleridir. Üniversite, daha açık bir yönelimle, ticari işletme halinde ele alınmaktadır.

Böyle bir işlevin tabii sonucu olarak da üniversitelerin özel sektör ile işbirliği yapması, üretilen bilgi, yapı ve buluşları uygulamak için sermaye şirketi statüsünde Teknoloji Transfer Ofisleri kurabilmesi öngörülüyor. Esnek üretim koşulları bu rolün oynanabilmesinde elbette ki anahtar bir yere sahip kılınmaktadır. Ama alabildiğine “özerklik” kokan içerik, YÖK’ün merkeziyetçi yapısını daha da pekiştiren hükümlerle daha da derinlik kazanmaktadır.  Bu haliyle yasaya eleştiri getiren (örneğin, rating ölçümü üzerinden üniversitelerin puanlanması gibi) sermaye çevrelerinin tavrı, mevcut durumda ama özellikle de geleceğe yönelik endişelerin büyüklüğünü ortaya koymaktadır.

YÖK’ün 15 Ocak 2013’te Milli Eğitim Bakanlığı’na sunduğu yeni Yüksek Öğretim Yasası taslağında elbette ki kıyafet serbestisi de yer almaktadır. Bir diğer önemli düzenleme (md. 72: “cari giderlerin finansmanına devlet ve öğrenci tarafından katkı yapılır”) ise geçtiğimiz Ağustos ayında şaşaalı bir sunuşla ilan edilen “harçların kaldırıldığı” palavrasının ardındaki hesabı açığa sermektedir. Harçların yerine “öğrenci ücretleri” getirilmekte ve bunun için üniversiteler “özerk” kılınmaktadır. Yani açıkçası bütün üniversiteler paralı hale getirilmekte, özelleştirilmiş olmaktadır. Bu hamleyi dershane sektörüyle ilgili daha önce ilan edilen adımın izleyeceği ve tablonun tamamlanacağını öngörmek gerekir.

Mevcut düzenin ya da birçok üniversitede fiilen işletilmekte olan yeni sistemin en önemli güvencesinin polis-asker, ÖGB (yanı sıra sivil faşistler) gibi şiddet örgütleri ile adli terör mekanizmaları olduğu, bunun disiplin cezaları saldırısıyla tamamlandığı bilinmektedir. Nitekim resmi olanların estirdiği terör, sivil faşistlerin giderek yaygınlık kazanan saldırılarıyla pekiştirilmektedir. Ancak bütün bunlar da etkili olamamış, yüzlerce devrimci, ilerici, yurtsever öğrencinin tutsak edilmesi gerekmiştir.

İHD’nin en son yayınladığı rapora göre (10.12.12) yaklaşık 700 öğrenci tutuklu bulunmaktadır. Bir başka çalışmada sayının 900’e ulaştığı söylenmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre; 2000 yılından bugüne toplam 48 bin 268 disiplin soruşturması yürütülmüş, 34 bin 818 öğrenciye disiplin cezaları verilmiş ve 12 bin 939 öğrenci okuldan uzaklaştırılmıştır. Bir diğer araştırma verileri de 2008 yılından bu yana 23 bin 236 soruşturma açıldığını ve yalnızca son iki yılda 4 bin 602 öğrencinin uzaklaştırıldığını ortaya koymaktadır.

Yeni YÖK yasasının hazırlıklarına başlandığı ve kapsamı uzun bir süredir belirlendiği halde yeterli bir direnişin gösterilemediği, parçalı duruşların aşılamadığı görülmektedir. Öğrenci gençliğin kendisini birinci derecede ilgilendiren kapsamlı bir saldırı karşısında örgütlenmesi ve direniş hattı oluşturabilmesi için bütün koşullar elverişlidir. Buna uygun bir zeminin bulunduğu, hem ülke genelindeki politik gidişat hem de bizzat üniversitelerde yoğun biçimde yaşanan saldırı, baskı ve hak gasplarıyla sabittir.

ODTÜ’deki protesto ve direnişin, akademik dünyayı da belli düzeyde saf tutmaya iterken harekete geçirdiği öfke ve tepki, birçok üniversitede karşılık bulmuş, hem kitlesel katılım hem de yoğunluk bakımından hatırı sayılır eylemler gerçekleştirilmiştir. “ODTÜ Ayakta” eylemlerinde devrimci güçlerin görece daha etkisiz/inisiyatifsiz kalması ve içeriğin AKP ile sınırlı, dar bir yaklaşımla doldurulması gibi handikaplara karşın, Tayyip’in müdahil olmasından da kaynaklı, kazan kısa sürede kaynamaya başlamıştır.

Galatasaray, Kocaeli ve en son Tunceli Üniversitelerinde boyutlanan ve çatışmalarla ilerleyen boykot ve protesto eylemlerinin birçok üniversitede yankı bulduğu ve “ortak” bir direniş havası yarattığı görülmektedir. Bu patlamanın açığa çıkardığı dinamizmin somut hedef ve taleplerle canlı ve aktif tutulması gerekir. Yeni yasayla oluşturulmaya çalışılan düzene yönelik kampanya boyutundaki eylemler dizisiyle kurulacak direniş hattı, mücadeleyi hiç kuşku yok ki daha ileri mevzilere taşıyacaktır.