İKTİSADİ KRİZDEN GENEL KRİZE İSYANLARDAN DEVRİMLERE!

Sakine, Fidan ve Leyla

PKK kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris Bürosu temsilcisi Fadime Doğan ve Leyla Şaylemez’in, Paris’in göbeğinde ve özel denetim altındaki bir bina içerisinde katledilmesiyle ilgili, “yeterli” kanıtın ortaya çıkmadığı durumda “kesin” bir saptama yapmak olanaksız gibi görünse de, çok sayıda verinin sergilediği gerçeklik, politik bir değerlendirme ışığında yeterince aydınlatıcı olmaktadır. Zira ne bu tip suikastlar ilk kez yaşanmakta ne de faşist Türk devletinin politikaları, taktikleri ve kullandığı yöntemlerde bilinmezlik bulunmaktadır.

Kendi kadro ve militanlarına yönelik böyle bir eylemde bulunmayacağı gerçeği bir yana, saldırının kimin işine yaradığı/yarayacağı, bir başka söyleyişle hangi politikalar lehine sonuç doğuracağına bakıldığında, en son adres Ulusal Hareket’tir. Bu açıklığa karşın olayın üzerine otomatik bir refleksle giden ve “iç hesaplaşma/infaz” diye yaygara kopan Türk devleti temsilcilerinin tavrı, henüz saatler geçmişken konuşan Hüseyin Çelik’ten başlayarak, suçlunun kendini ele veren haline örnek teşkil etmektedir: “Örgüt içi infazdır. Bunlar olmayan şeyler değil. Bunların cibilliyetinin gereği bu.”  (Tayyip Erdoğan, 13.01.13)

Bu tutumla birleştirilmesi gereken başka veriler de vardır. Devletin bu tip infazlara yönelmesi gerektiğine dair içeriden bilgi aktarmakla görevli “gazeteciler” aylar öncesinden “Kırk PKK liderini öldürün bu iş çözülür.” (Mehmet Baransu) diye yazmıştır. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in “PKK’nin yöneticilerini nokta operasyonlarıyla etkisiz hale getirmek için çalışıyoruz ama iyi korunuyorlar” (26.09.12) sözleri hatırlardadır.

Bunları tamamlayan bir başka itiraf da ABD Büyükelçisi Ricciardone’ye aittir: “Türk devletine, PKK yöneticilerine karşı Bin Ladin tarzı suikast yapmayı önerdik.” (17.10.12). Konu ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey’e sorulduğunda yanıtı şöyle olmuştur: “Biz ortaklarımıza teklif ederiz ve Türkiye, sadece ikili bir ortak değil, NATO ittifakımızın bir parçası. Bazen önerimizi kabul ederler, bazen etmezler.” (23.10.12)

Kendini ele vermenin ipuçlarına dair örnekler bunlarla da bitmemektedir. Mehmet Ali Şahin’in katliamdan kısa bir süre sonra “Benzeri eylemleri Almanya’da da bekliyoruz.” sözlerini tekrarlayan Tayyip’in, “Sarkozy üç sene önce bana, ‘sana sürprizim var, yakında terör örgütü liderlerinden bazılarını size teslim edeceğiz’ demişti. Aynı konuyla ilgili Merkel de Almanya’nın elinde sürmekte olan 4 bin dolayında dosyayı sonuçlandırmak için çalıştıklarını söylemişti.” (25.01.13) şeklindeki açıklamaları ilişki ağı ve hesapları açığa serer mahiyettedir.

Emperyalist ve faşist devletlerin istihbarat teşkilatları ve kontr-gerilla örgütlerinin hemen her ülkede tarih boyunca bu tarz cinayetler işlediği ve işlettiğine dair sayısız örnek bulunmaktadır. Zira bu tip infazların başlıca yöntemlerden birisi olduğu, bu örgütlerin talimnamelerindeki (Örnek: ABD, Field Manuel-31; Türkiye, Yeni Sahra Talimnamesi-31) en önemli maddeler arasındadır. Seçilen hedefler arasında sembol isimlerden Sakine Cansız’ın bulunması ve üçünün de kadın olması, etki gücü açısından anlam taşımaktadır.

Konuyla ilgili dikkate alınması gereken bir diğer bilgi, 2007 tarihinde Ankara Büyükelçiliğinden gönderilmiş bulunan “gizli” damgalı bir Wikileaks belgesinde yer almaktadır: “Avrupalılar ile çalışmalarımıza daha fazla odaklanmak gerekir. Şimdi bizim odağımızı iki ana hedef olan Rıza Altun ve Sakine Cansız’ın tespitine ve takibine daraltmamız gerekiyor. Önceki tutuklamalar göz önüne alındığında, onlara karşı davalar başlatıldı. Biz, bu iki teröristin hapsedilmesini sağlamak için olabilecek en kapsamlı dosyaları hazırlayarak ve Avrupa’daki istihbarat örgütleriyle ve emniyet güçleriyle koordinasyonu sağlayarak yardımcı olabiliriz…”

Eylemin Türk devletiyle girilen sürecin henüz ilk aşamasına denk gelmesi de dikkat çekici olmalıdır. Çünkü, katliamdan umulan amaç, Ulusal Hareket’in darbelenme suretiyle psikolojik olarak güçten düşürülmesi, şaibe yaratılarak yıpratılması ve korku salınması kadar, provokasyona da açık hale getirilmesidir. “Habur” tekerlemesi boşuna edilmemiş ama bu yöndeki hesaplar tutmamıştır. Devletin de bu yönde bir olayın çıkmasını göze alamadığını belirtmek gerekir. Kandil’in yoğun biçimde bombalanmasından, operasyon ve tutuklamalara, aşağılayıcı ve küçük düşürücü demeçlerden, yeni saldırı tehditlerinde bulunmaya kadar eylem ve tavırların tümü, Paris’teki saldırının da bu çerçevede okunabileceğini koşullamaktadır.

Bu saldırıya, yurtsever hareket tarafından da paylaşılan “barış süreci”ni baltalama çabasının sonucu olarak bakmak, olayı bu pencereden yorumlamak son derece yanıltıcıdır. Ortada bir “barış süreci” yoktur ve bunu dillendirir gibi görünen Türk devleti, savaşın bütün gereklerini eksiksiz biçimde uygulayan bir çizgide ısrarla yürümektedir. O halde hala bu yönde görüşler belirtmek, bu yanılsamanın esiri olarak, katliamı da aynı bağlama oturtmak, kesinlikle ciddi bir yanılgıdır ve saldırının hedefine ulaşmasına hizmet etmektedir.

Olaya ilişkin Paris savcılığınca yapılan açıklamalar ve fail olarak “irtibatlı” bir kişinin yakalanması ile henüz ortaya serilen net bir takım sonuçlar yoktur ve de bu durum yine “iç infaz” çarpıtmasını değil aksi yönde yaptığımız yukarıdaki değerlendirmeleri doğrulamaktadır. Nitekim bu kişiyle ilgili Ulusal Hareket’in yaptığı açıklamalar, Ankara’ya özellikle de son yıl içerisinde defalarca giriş çıkış yapması, MİT elemanlarının açıklamaları gibi bilgiler dikkat çekicidir. Bu ve benzer nitelikteki kişiler eylemde yer almış bile olsalar, bu durum cinayetlerin ne iç infaz ne de özel bazı nedenlerle işlenmiş olabileceği tezlerine kanıt oluşturmaktadır.

Katliamın gerçekleştiği ülkenin devleti, benzer kalibredeki bütün emperyalistler gibi bu konuda da kirli bir geçmişe sahiptir ve de her türlü önlem alma görüntüsüne karşın saldırıyı engellememiş olmakla suçlu olduğu gibi, kendi bizzat katılımı yoksa bile gerçeklerin üstünü örtme ve Türk devleti lehine sonuçlar üretme konusunda elinden geleni yapacağına şüphe duymamak gerekir. Bu tür devletler arasında her türlü sorun yaşanabilir ama konu sistemlerini tehdit eden silahlı mücadele örgütleri olduğunda ortaklık ve işbirliğinin üst düzeyde gerçekleştiğini de unutmamak gerekir.

Paris saldırısından beklenen sonuçlar elde edilememiş, aksine Kürt Ulusal Hareket güçlerinin önderliğinde seferber olan halk, Türkiyeli devrimci ve demokrat güçler ve hareket geçirdiği kitlelerle birlikte hem Avrupa hem de ülkenin dört bir yanında büyük bir öfke seli yaratmış, gerek karşılama töreninde Amed’de, gerekse de uğurlama töreninde Dersim, Maraş ve Mersin’de büyük bir gövde gösterisiyle düşmana karşı güçlü bir mücadele ve direniş mesajı vermiştir.