İKTİSADİ KRİZDEN GENEL KRİZE İSYANLARDAN DEVRİMLERE!

Direniş Cephesi

Öteden beri öngörülendi. Her kriz dönemindeki egemen sözcülerinin beyanlarına, isyanlara dair endişe vurguları ekleniyordu. Bunun bir bölgeyle ilgili ciddi karşılığı son yıllardaki Arap isyanlarıyla görüldü. Ama bölge son derece önemli sinir uçlarını topladığı için yankısı doğallıkla farklı olacaktı ve yalnızca dünyanın diğer yörelerini değil metropolleri de sarsan bir dalga oluştu. Bu rüzgarda etkileşimin, esinlenmenin payı var ama, duman elbette ki ateş olan yerden çıkıyor…

Son krizin en önemli sonuçlarından birisi de sınıf mücadelesine kattığı ivmedir. Yoksulluğun derinleştirildiği, faturanın emekçilere ödettirilmeye çalışıldığı durumların tabii sonucudur bu. Fatura her zaman ezilenlerin önüne konur ama, derece ve miktardaki oynamaların doğurduğu sonuçlar doğallıkla farklılaşmaktadır. Kaldırma gücü, dayanma kapasitesi ve patlama sınırı vardır. Egemenlerin krizi sistemlerini sarsmakta, onları zor ve riskli durumlara sürüklemektedir. Bu risklerin başında, elbette ki işçi sınıfının mezar kazma misyonuna sevk olması vardır:

“Neoliberal finansallaşma, kilit toplumsal aktörlerin her birine özel disiplin biçimleri dayatıyor. Bu aktörler arasında devlet (kendini hep hissettiren mali kriz, döviz kuru krizi ve ya ödemeler dengesi krizi tehditleri altında, kısıtlı refah politikaları ve daraltıcı para politikaları uygulama zorunluluğu üzerinden), sanayi sermayesi (devletin desteklediği ve finansın olanaklı kıldığı küresel rekabet üzerinden) ve finans sektörünün bizzat kendisi (Amerika’nın düzenleyici liderliği altında, rekabetçi bir uluslararası bütünleşme üzerinden) de bulunmakla birlikte, disiplinin en zorlu biçimleri hiç kuşkusuz emekçi sınıflar üzerinde uygulanmaktadır.” (Alfredo Saad-Filho, age, s.271)

Sınıf mücadelesinin olağan sayılabilecek akışının kendisi bile şiddetlidir, yıkıcıdır, sarsıcıdır. Bu çatışmadan doğan enerji birikerek yeni kanalara, yeni mecralara akmaktadır. Daha farklı koordinatlarda, daha büyük bir basınçla gerçekleşen patlamalar işte bu birikimin eseridir. İşte tam da bu nedenle, ne yalnızca krize bağlanabilecek bir isyan dalgasından söz edilmeli ne de tekil olay ve olgulara dayanılmalıdır. ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü)’nun Nisan 2012’de yayımlanan Dünya Çalışma Raporu (World Work Report 2012)’nda “Hemen her yerde toplumsal huzursuzluklar artıyor: özellikle Avrupa ve periferisinde (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) daha da artacak.” denilmişti.

Bunun sonuçları bölgede hiç dinmeyen bir eylem ve direniş çizgisinin oluşmasına sebebiyet vermiş, yukarıda da aktardığımız gibi çevre bölgeleri de etkileyecek düzeyde sonuçlar doğurmaya başlamıştır. İşçi ve emekçi kitlelerin, ekonomik bunalımın da tetiklediği koşullarda öfkelerini yansıtan pratikleri aktarmak için artık tek tek bütün dünya ülkelerini saymak gerekecektir. Önceki yıllarda en çok bir düzine ülkeden etkili ve çaplı eylem örnekleri verilebilirken bu durumun ciddi bir yaygınlık kazandığından söz etmek gerekir.

ABD Şikago’da 25 bin öğretmen Eylül ayında 9 gün süreyle eğitim sektöründeki özelleştirmeleri protesto grevine başvurdu. Meksika’da 150 bin öğretmen benzer şekilde grev yaparken, Kanada ve Şili’de de eğitim sektörünün emekçileri eylemdeydi. Latin Amerika’da uluslararası maden tekellerinin yağmasına karşı işçi ve emekçi direnişleri gerçekleşti. Paraguay’da köylülerin, Şili’de öğrencilerin büyük gösterileri yaşandı. Arjantin’de 8 Ekim’deki tencere tava eylemlerinde 2 milyon kişi sokaktaydı, 20 Kasım’da büyük genel grev örgütlendi.

Güney Afrika’da 34 madencinin katledilmesini protesto eden yüzbinlerce maden işçisi greve gitti. Bu sırada 80 bin kamu çalışanı da grev yaptı. 2012 Ocak ayında Nijerya’da milyonlarca kişinin katılımıyla bir hafta süren genel grev yapılırken, direniş dalgası İran’da da kendini gösterdi. Bangladeş, Kamboçya ve Pakistan’da tekstil işçilerinin eylemleri seneye damgasını vurdu. 2012’nin son çeyreğinde Hindistan tarihinin en büyük genel grevlerinden biri yapılırken 50 milyon işçi sokaklardaydı. Endonezya’da 2 milyonu aşkın işçi genel greve gitti.

Diğer kıtalarda olduğu gibi Asya’daki eylem ve direniş pratiklerinin 2013’e de damga vuracağına şüphe yoktur. Ocak ayının ortalarında (16.01.13) Bangladeş’te benzin zamlarından dolayı grev ve gösteriler yapılmış, Pakistan’da ise aylardır yoğunlaşan ve 14 Ocak’tan itibaren “Büyük Yürüyüş”le taçlanan ve başkent İslamabad’da çatışmalara yol açan eylemler; Anayasa Mahkemesi kararıyla hükümetin düşmesine ve başta başbakan olmak üzere aralarında bakanlarında bulunduğu 16 kişinin yolsuzluk nedeniyle tutuklanmasına yol açtı. “Pasifik Baharı” çağrısını da içeren kitle hareketinin bölgede nasıl sonuçlar doğuracağı pek yakında görülecektir.

Durum elbette ki yarı-sömürgelerle sınırlı değil. Yunanistan’da son üç yıl içinde 23’ü genel nitelikte olmak üzere 53 büyük grev gerçekleşti. Portekiz, İspanya ve İtalya’da ağırlıklı olmakla beraber bütün Avrupa’da işçi emekçi eylemleri yaşandı. 29 Ocak 2013’de Belçika’da son 20 yılın en büyük grevi örgütlendi. 2012’de Londra’da emeklilik yasasını protesto eylemleri yapıldı. Zirve oluşturan eylemler ise tasarruf tedbirleri, sosyal hakların gaspı ve işsizliğe karşı 14 Kasım’da 23 ülkede eşzamanlı biçimde gerçekleştirildi. ABD’deki Yüzde 99’ların İşgal Hareketi (Occupy Wall Street) etkisini sürdürüyor. Bunu geçici bir parlama gibi niteleyen ve küçümseyenleri aksine, kurumsallaşma ve süreklilik kazanma konusunda dikkate değer adımların atıldığı görüldü:

“İş dünyasının arzuladığı toplumsal birim siz ve televizyonunuz ya da siz ve bilgisayar ekranınız türünden çiftlerden oluşur. Bu dünya çok ciddi bir şekilde İşgal Hareketi tarafından yıkıldı. İşbirliği, dayanışma, karşılıklı destek, kamusal tartışma, demokratik katılım gibi olasılıkların belirmesi bile insanlara esin kaynağı olması gereken bir model oluşturdu. Pek çok insan, en azından çeperlerinde yer alarak bile olsa harekete katıldı.” (Noam Chomsky, 08.05.12, Gündem)

Direnişin halk savaşları cephesinde, en güçlü ve aktif mevziyi oluşturan Hindistan’da, HKP (Maoist) önderliğinde yürütülen gerilla savaşı birçok eyalette iktidar alanları da oluşturarak ilerleme kaydetmektedir. Bu ilerlemenin önünü kesmek için Maoistlerin orta bölgedeki denetim alanlarına karşı büyük bir ordu seferberliğiyle 2009 yılında başlatılan Yeşil Av Operasyonu, 3 yıl içinde komünist güçlerin imhasını hedefliyordu. ABD ve İngiliz devleti ile Siyonist güçlerin desteğiyle büyük bir saldırı başlatan Hindistan devletinin katliam ve cinayetleri sürmektedir.

Yoldaşların “halk güç merkezleri” ya da “kızıl alanlar”, devlet ve burjuva medyanın “kurtarılmış alan” olarak nitelediği bu bölgelerdeki örgütlenme ve inisiyatif nitel ve nicel olarak daha da güçlenmiş durumdadır. Amacına ulaşamayan Hindistan devletinin şu andaki askeri stratejisi, kızıl alanlar içerisinde koridorlar açmak, bölgeyi parçalara ayırarak yok etmek planına göre işlemektedir. Bunu engellemenin ötesinde, bu bölgeyi genişletmek ve yeni alanlar kurmak için savaşan komünistler savaşı başarıyla sürdürmektedir.

Bölgeye gönderilen 250 bin askerlik ordu gücüne karşı büyük bir savaş yürüten HKP (M) gerillaları faşist ordu güçlerine büyük darbeler indirdi ve gelişme göstererek kazanımlar elde etti ve etmeye devam ediyor. Ancak parti bu süreçte ciddi kadro kayıpları da verdi. Son üç yıl içerisinde Merkez Komitesi’nin üçte biri ya katledildi ya da tutsak düştü. Dördü savaş alanı, beşi de şehirlerde olmak üzere ölümsüzleşen MK üyelerinin sayısı dokuzdur, 20’si de hapiste bulunmaktadır. Bunların dışında 100’e yakın ikinci derecede parti sorumlusu düşmanın eline geçmiştir. HKP (M)’nin yarısı parti üyesi olmak üzere hapishanede bulunan tutsaklarının sayısı 10 bini geçmektedir.