İKTİSADİ KRİZDEN GENEL KRİZE İSYANLARDAN DEVRİMLERE!

Münkire Kılıç Çalmak ya da El Pençe Divan Durmak

Resmi faşist ideolojinin “tek kültür tek inanç, tek din” vurgusunun hedefindeki “azınlık” inanç gruplarının yaklaşık 20 milyonluk kitlesiyle en büyük hedefini oluşturan Alevilere yönelik tutum ve tasarruflar,  önemli bir muhalefet dinamiğini güçlendirerek açığa çıkarmaktadır. Tarih boyunca kendi inanç ve kültürü doğrultusundaki bütün talepleri bastırılan, kültürel gelişimleri önünde barikatlar örülen, kendilerini ifade etmeleri yasaklanan Aleviler, “ahlaksızlık” ve “sapkınlıkla” damgalanmış, büyük kıyım ve katliamlara uğratılmıştır.

Bunun karşısındaki tavırları aktif ya da pasif biçimde direnişlerle ortaya konulmakla beraber, kültürel kodlarına yine egemen sınıflarca yüklenen “uzlaşı” çerçevesinde sisteme entegre edilmeye çalışılan Aleviler, faşist Türk devletinin sürekli biçimde “özel” gündemine mazhar olmuşlardır. Bunun başlıca nedeni, rejimin yapı taşı olarak kurgulanan baskın kültüre aykırı içerikte şekillenmiş bulunan karakteristik özelliklerdir. Felsefi temelde idealizmle sakatlanmış olmalarına karşın, bu çerçeveyi zorlayan ve yıkan bir başkaldırı kültürünü içselleştirmiş olmaları, sınıf mücadelesi içerisindeki “zorunlu” da olsa konumlandırılışlarıyla ilgilidir.

Alevilik inanışından öte felsefi yaklaşımına sinmiş bulunan, egemene, zalim ve zorbaya karşı direniş ruhunu şekillendiren unsurlar, bu mücadelenin ana yönelimini barındırmaktadır. Bu yönelim, kadercilik ağlarını parçalamakta, egemen sınıfların tesis ettiği düzeni hedeflemekte ve bu sayede devrimci dinamiklerle buluşmaktadır. Bu buluşma ve hatta bütünleşme noktalarında Alevilerin sistemi tehdit eden tüm hareket ve girişimleri, bir yandan zor ve yasaklama diğer yandan aldatma, oyalama ve devşirme girişimleriyle karşılanmaktadır.

Hiç kuşku yok ki sınıf mücadelesinin, özellikle de Kürt Ulusal kurtuluş mücadelesi eksenli başkaldırının beslediği bir karşı koyuş zemininde yeniden uyanış ve ayağa kalkış hareketi gösteren Aleviler, tarih boyunca olduğu gibi yanıt görmekte ve bu sorun eksenindeki çelişki ve çatışma büyümektedir. “Açılım” kemendi onlara da atılmış, içeriden fetih konusunda yıllardır yapılan yatırımlarla kurulan mevziler harekete geçirilmiş, ama esas olarak da yıldırmak amaçlı eylemler, provokasyonlar ve baskılar yoğunlaştırılmıştır.

Bu atışmanın hız kazandığı süreç, önceleri daha statik bir pozisyonda ve izleyici konumunda kalan, icazet halinden sıyrılamayan Alevi kitlesini, etkin ve canlı örgütlenmelere davet etmiş, eylemli bir politik hat kurma ihtiyacını büyümüştür. Bunun sonucu olarak çeşitli politik dönemeçlerde, devrimci demokrat güçlerle kurulan işbirliklerini, eylem birlikleri izlemiştir. Komünist, devrimci, demokrat ve yurtsever güçlerle birey/köken temelinde en yakın ilişkideki kesimi oluşturan Alevilerin mücadeleye kendi kimlikleri ve öz örgütleri aracılığıyla katılmaları, önceki yönlendirilmiş süreçlerin aksine yeni bir durumdur ve doğru biçimde analiz edilmek durumundadır.

“Açılım” kodlu tasfiye süreci, bu konudaki gelişimin önünü kesmek ve icazete tabi şekillenişten sıyrılmalarını engellemeye yönelik bir hat izlemektedir. Ancak bütün atraksiyonlar, şovlar ve palavralar “namus” çizgisinde suya ermiş bulunmaktadır. Faşist Türk devletinin “Sünni” damarı, Alevilerin kendi inanç ve ibadet özgürlüğü ile örgütlenme alanını oluşturma talebi/çabası önüne doğal bir refleks biçiminde dikilmekle, suni köprülerin erken yıkılmasına neden olmuştur.

Sivas Katliamı davasındaki zamanaşımı kararı, DDK ile yeni bir oyalama girişimi, Maraş katliamı anmalarının önüne dikilen bariyerler bu sürecin ürünüdür. Ama sürecin en önemli mesajının verildiği yer, eskiden beri çokça devreye sokulduğu gibi faşistler eliyle gerçekleştirilen saldırılar, provokasyon eylemleri, işaretleme tehditleri ve gözdağı mesajlarıdır. Adıyaman, İzmir, Mersin, İstanbul vd. pek çok ilde nihayet Malatya Sürgü’de doruğa çıkan bu pratik, “Alevi Açılımı”nın asıl yüzünü göstermektedir.

Alevi köy ve mahallelerine zorla cami yaptırmalar, okullarda Alevi çocuklarına yönelik baskı ve ayrımcılık, cem evlerine yıkım kararları ve fiili saldırılar ile derneklerin kapattırılması gibi örnekler son yıllarda daha yoğun biçimde yaşanmaktadır. Cem evlerine ibadethane statüsü yönündeki taleplerin artış göstermesine paralel bu saldırı ve uygulamaların boyutlandığını tespit etmek gerekir.

Tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi Alevilik konusunda da “bozuk” düzen “sağlam” çarklara izin vermemektedir. Kendini Kürt olarak ifade edenler nasıl hiçbir biçimde idari yapıda yer bulamıyor, politik alandan dışlanıyorsa gönüllü asimilasyonun parçası olanlar dışında Alevilerin durumu da büyük oranda bu merkezdedir. Konuyla ilgili son derece hassas bir politika izlenmekte, işi şansa bırakmayan bir dikkat gösterilmektedir.

Faşist devlet yapısının çıkarlarını kollayan sınıf tavrı, Alevilerin paralize edildiği faşist parti olarak CHP’yi de açıktan tavra zorladığı durumda, fotoğrafı gizlemek olanaksız hale gelmektedir. Onur Öymen’in Dersim ile ilgili Kemalist katliamı/soykırımı sahiplenen, destekleyen hatta öven sözlerinden sonra, “Seyit Rıza’nın onuru iade edilsin” şeklindeki kendi milletvekilinin önergesi üzerine, grup başkanvekili Akif Hamzaçebi’nin, “İtibarı yok ki iade edilsin” sözleri, hiç de şaşırtıcı bulunmamalıdır. Bu bağlamda, etnik kökeni olan Kürtlüğü inkâr ettiği gibi Aleviliği de bir kalemde silmiş bulunan Kılıçdaroğlu gibileri, sistemin en az Tayyip vb.leri kadar sadık bekçileridir.

Demokratik bir Alevi hareketinin gelişimi açısından 31 Mart ve 7 Ekim İstanbul-Kadıköy mitingleri ciddi veriler sunmaktadır. Önce içeriğe vurgu yapmamız gerekir. İktidarla kurulacak ilişkinin icazet ve beklenti sarmalında boğulmaması gerektiğine yönelik söylem kitlesel bir desteğe sahipti, slogan ve coşku bunu gösteriyordu. İkincisi Alevi kitlesinin zaaflı bir yanını oluşturan Kürt sorunuyla ilgili anlayışın, hem temsilciler ve hem de kitle tarafından dile getirilen “ortak mücadele” şiarıyla doğru bir temele oturması konusunda kuvvetli bir işaret sunulmuş oldu. Bütün bunları pekiştiren kitlesellik/katılım olgusunu da özellikle belirtmek gerekiyor.

Alevi toplumunun demokratik mücadelede yerini alması bakımından gelişmeyi gösteren bu mitingler, tarih boyunca ilerici bir kimlik ve misyon üstlenen geleneğin, politik sahneye dahil olma istencinin ortaya çıkması açısından gösterge kabul edilmelidir. Bu bağlamda, demokratik Alevi güçlerinin, DTK öncülüğünde, Amed’de 2-3 Şubat 2013’de düzenlenen 1. Kürdistan Alevi Konferansı’ndaki katılım düzeyi, ilgi ve üretim çabası, olumluluk hanesine kaydedilmelidir.

Devrimcilerin, özündeki demokratik ve ilerici unsurlar nedeniyle bağrında daha rahat kendini ifade etme şansı bulduğu ve ancak kendi faaliyetleri ekseninde bağ kurmayı tercih ettiği Alevilerle, özgün talepleri ve öz örgütlenmesi bağlamında ilişki kurmak ihmal edilmiş, konuya pozitivist ve pragmatist bir bakış açısıyla yaklaşılmıştır.

Gelinen aşamadaki yaklaşım, bu yanlıştan sıyrılıp, politik bir potansiyel olarak görünür kılınan ve hatırı sayılır seviyede örgütlenmeler de oluşturan bu kesimle kurulacak ilişkiyi doğru bir temele oturtmamızı gerekli kılmaktadır. Bunun için öncelikle Alevilerin “sorun” alanıyla doğru biçimde temas kurmak ve demokratik hareket zeminine dokunan bir politika belirlemek zorundayız. Devamı elbette ki bu taleplerin sahiplenilmesi, desteklenmesi ve demokratik zeminde birlikte hareket etmenin koşullarının yaratılması ile gelecektir. Bu konuda bizim de dâhil olduğumuz platformlar üzerinden sağlanan ilişkiler ilerletilmelidir.

CHP’nin Alevilerle kurduğu ilişki ve Kemalist ideolojinin bu kesimler içerisindeki etki düzeyi, açık seyreden bütün olaya ve tutumlara karşın ağırlığını korumaktadır. Bunun her şeye karşın böyle olmasının, diğer partilerin açık bir düşmanlıkla kendini gösteren tavrından kaynaklı bir zemini de vardır ve açıkçası bu durumdan genel rol paylaşımı içerisinde kimsenin ciddi olarak gocunduğu da söylenemeyecektir. Bu durumda, Alevilerin sisteme çekilme ve etkisiz bırakılmasında başlıca rol oynayan argümanlar doğru tespit edilmeli ve faaliyetimizde bu hususun ikna edici, aydınlatıcı biçimde işlenmesine özen gösterilmelidir.

CHP ile özdeşleştirilen laikliğin burjuva manada dahi karşılığının bulunmadığı ülkede Sünni çoğunluğun egemenliği, Aleviler bakımından, AKP’li hükümetler döneminde (yukarıda da işlediğimiz gibi) daha baskıcı ve endişe verici bir hal almıştır. Ancak meselenin ihmal edilmemesi gereken bir diğer boyutunu da bölgedeki gelişmeler oluşturmaktadır. Bilindiği üzere 11 Eylül ile birlikte Ortadoğu’ya özel bir projenin ürünü olarak gündemleştirilen işgal ve müdahaleler Arap isyanlarının ardından baştan aşağıya sarsılan dengelerle yeni bir tablo ortaya çıkarmıştır.

Ekonomik ve politik faktörlerin baskınlığında, etnik olduğu kadar mezhepsel nedenlerin de büyük rol oynadığı bir çatışma, cepheleşme olgusu vardır. Bu saf tutuşta her ne kadar önemli farklılıklar barındırsa ve egemen klikler bağlamında farklı şekillenişlere bulanmış olsa da, Şii-Sünni çatışması vardır ve özellikle de Irak ve Suriye eksenindeki yakın müdahillik koşullarında, bunun ülkemizdeki Alevi halkı, bilhassa sınıra bitişik bölgelerde yakından ilgilendirmesi ve etkilemesi söz konusudur.

Türkiye’deki Alevilerin önemli bir bölümü Kürt ulusuna mensuptur. Kürt sorununun aldığı boyut bu kitleleri her şeyden önce bu temelde kuşatmış ve iktidara karşı mücadelenin içine çekmiştir. Ulusal sorunla yeterli bağ kuramayan kesimlerin dahi bu etki alanından uzak kalma durumları her geçen gün azalmaktadır. Kaldı ki bu kesimler de dâhil Türk ulusuna mensup Alevilerin ciddi bir bölümü de tarihsel süreç içerisinde devrimci mücadelenin etki sahasında ağırlıklı bir topluluk oluşturmuşlardır.

Bütün bu nedenler ile iç ve dış gelişmelerin politize olma koşullarını olgunlaştırdığı ve mücadelenin içine çektiği Alevilerin, bundan sonraki süreçte artan bir tansiyonla hareket edeceklerine şüphe yoktur. Bu tansiyonun üreteceği devrimci dinamizm, konuya ilişkin özel politika ve yönelim oluşturmamızın başlıca nedenidir.

Bu yönelimin yalnızca inanç ve ibadet özgürlüğüyle darlaştırılıp gerici bir muhtevaya kaydırılarak eritilmemesine özen gösterilmesi gerekir. Bunları da kapsayan demokratik talepler, kültürel soykırıma karşı koymayı hedefleyen, Alevi felsefesini sınıf mücadelesiyle buluşturacak esas zemin ekseninde ve sisteme yönelen bir perspektifle ele alındığı, mücadele diğer devrimci ve demokratik güçlerle birleşik bir temelde yürütüldüğü takdirde işlevli olacaktır.