Komünist 72’den: Dünyada ve Türkiye’de Durum – I. BÖLÜM

b) ABD İran Çelişkisi

b) ABD İran Çelişkisi

ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ardından Ortadoğu’da güç dengeleri değişmeye başladı.  ABD emperyalizmiyle İran çelişkisi 1979’lara kadar gitmektedir. 1979’da İran’daki Şah iktidarını deviren Humeyni önderliğindeki Şii İslamcı hareket, ABD ile olan tüm ekonomik ve siyasi ilişkilere son vermişti. ABD, 1979 yılından bugüne İran’ı kendisine karşı bir “düşman” güç olarak görmüş, bunun için İran’a yönelik ambargolardan, askeri müdahalelere kadar bir dizi politikayı uygulamaya koymuştur. Nitekim ABD, 1980 yılında, Irak’ın İran’a saldırmasında ve yaşanan savaşta önemli bir rol oynamıştır. 8 yıl süren savaş sonrası dengelerde değişen bir durum olmamış ve ABD istediği hedefe esasta ulaşamadı.

ABD emperyalizminin dünya çapında gerileyen hegemonyasına müdahale etmenin bir aracı olarak İran’a müdahale gündemleştirilmektedir. ABD’nin İran’a yönelik askeri olarak yönelememesinin nedeni İran’ın “büyük bir lokma” olması ve emperyalistler arası güç dengeleridir. Trump’ın seçilmesinden sonra İran’a yönelik saldırgan politika yeniden devreye sokulmuş durumdadır.   Trump ve ”Şahinler Grubu” olarak tanımlanan Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ile Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, İran’a “savaş açılması”nı savunmaktadırlar. Bu grubun ABD’nin İran’la yaptığı nükleer antlaşmadan çekilmesi ve İran’a yönelik stratejik saldırı gerekçeleri 21 Mayıs 2018 tarihinde Herigate Vakfı’nda yapılan bir toplantıda şöyle özetlenmektedir: ”Antlaşma Amerikan halkının güvenliğini sağlamamıştır. Dünyayı ciddi tehlikelerle karşı karşıya bırakmıştır. Zira, nükleer programa getirilen yasaklar (‘sunset’ hükümleri) tarihi erken belirlendiği için İran tekrar nükleer silah yapımına kısa süre sonra dönebilecek ve Ortadoğu’da nükleer silahlanma yarışına yol açacaktır. Nükleer programı hakkında İran hep yalan söylemiş ve antlaşmayı iyi niyetle imzalamamıştır. Nükleer antlaşmanın denetim mekanizmaları yeterli değildir. Antlaşma, İran’ın nükleer silah taşıma yetenekli füze geliştirme faaliyetleri meselesine değinmemiştir. Antlaşma nedeniyle İran eline geçen parayı halkı için değil, terör ve diğer ülkelerin iç işlerine karışmak için kullanmıştır.”

Görüleceği üzere ABD emperyalizminin sözcüleri nükleer anlaşmadan çekilme gerekçesi olarak çeşitli nedenler ileriye sürmekte ama daha da önemlisi, İran “teröre destek veren ülke” ve “nükleer silah bulunduran ülke” olarak tanımlanmaktadır. ABD emperyalizminin Afganistan ve Irak saldırı ve işgallerinin de benzer gerekçelerle (Afganistan “teröre destek veren”, Irak “kimyasal silah bulunduran”) gerçekleştirilmiş olması meselenin ciddiyetini göstermektedir.

ABD bu kapsamda İran’a yönelik bir dizi ekonomik yaptırım kararı alarak yürürlüğe koydu. En başta gelen ekonomik yaptırım, “hiçbir ülkenin İran’dan petrol almaması”nın sağlanmasıdır. Böylece Trump, İran’ı dize getirip, kendisine boyun eğerek, ABD’nin denetimine gireceğini hesaplamaktadır. ABD’nin yeniden hedef aldığı İran’a karşı açıkladığı yeni yaptırımlara karşı, Avrupa Birliği’nin motor gücü olan Fransa, Almanya ve İngiltere verdikleri tepkiyle antlaşmaya bağlı kalacaklarını ilan ettiler. Üç emperyalist ülke, yaptıkları yazılı açıklamada: “ABD’nin kararına karşı İran’a itidal çağrısında bulunuyoruz. İran, antlaşmanın getirdiği sorumluluklarını karşılamayı ve tam iş birliğini sürdürmeli” açıklaması yaparak ABD’ye karşı çıktılar. Bunun tamamen kendi çıkarları ve Ortadoğu’daki güç dengeleriyle alakalı olduğunun altı çizilmelidir.

Almanya Federal İstatistik Dairesi’nin açıkladığı veriler bu karşı çıkışı çok daha net olarak ortaya koymaktadır. Ekim 2018’de Almanya’dan İran’a 400 milyon Euroluk bir ihracat gerçekleştirilmiştir. FİD, “bu rakamın 2009 yılından” bu yana gerçekleşen en büyük ihracat olduğunun da altını çizmektedir.  Alman-İran Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Michael Tockuss, 2018 yılının ilk 10 ayında, Almanya’dan İran’a gerçekleşen 2,4 milyar Euroluk ihracatın, 2019 yılında aylık “200-250 milyon Euro seviyesinde olacağı”nı öngörmektedir. Almanya’nın İran’da iş yapan küçük ve orta ölçekli şirket sayısı 1000 civarındadır. Bu şirketlerin 130 kadarının İran’da şubesi bulunmaktadır.  Almanya’nın, ABD’nin İran’a yaptırım kararı almasından sonra, en büyük tekeli olan Siemens’i geri çekmesini, bu tekelin uluslararası alanda zor duruma düşmesini engellemeye yönelik bir manevra olarak değerlendirmek gerekir.

Fransa Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire de Fance ise; “ABD’nin kendini gezegenin ekonomi jandarması olarak görmesinin kabul edilemez olduğunu” açıklayarak, ABD’nin yaptırımlarının kabul edilmesi durumda, Total, Renault ve Peugeot başta olmak üzere Fransız şirketlerinin etkileneceğini açıkladı. Fransa petrokimya şirketinin 2015 yılından sonra İran’da petrol faaliyetinde bulunmak için 5 milyar Euroluk antlaşma yapmış olması ve Fransız otomobil şirketi Renault’un, 2017 yılında İran’a 160 bin araç satarken, Peugeot ve Citroen’in ise İran otomobil pazarının ise % 30’una hakim olması, Fransa’nın neden ABD yaptırımlarına karşı çıktığını özetler verilerdir. İngiltere ise, ABD’nin yaptırımlarına karşı ikili yaklaşım sergilemiştir. İngiltere, ilk tepki olarak, İran’la planladığı, 500 milyon Euroluk güneş enerjisi projesini iptal ederken, İran’ın güneybatısındaki petrol sahasını geliştirmek için antlaşma yaparak yaptırımlara karşı tavrını net olarak ortaya koymamıştır.

ABD’nin İran’a karşı bu tutumu Ortadoğu’daki güç dengeleri, Suudi Arabistan İran ilişkileri, İran İsrail ilişkileriyle de analiz edildiğinde, ABD’nin İran’ın üzerine neden bu kadar yürüdüğü daha net anlaşılacaktır. ABD, Suriye’nin yeniden dizayn edilmesinde İran faktörünü devre dışı bırakmak istemektedir. ABD’nin bu politikasında amaçlanan Ortadoğu’da kendisine rakip emperyalist güçler tarafından Şii İran ekseninde bir gücün ortaya çıkmasının engellenmesi ve olabildiğince İran’ın zayıflatılmasıdır. ABD bu amaçla bölgede Sünni Arap gericiliğiyle bir blok oluşturmaya çalışmakta, bu amaçla Suudilerin Yemen’e yönelik saldırılarını da desteklemektedir. ABD, kıskaca aldığı İran’ın Yemen’de süren savaştan geri çekilmesini istemektedir. Bunu sağlayabilirse, Yemen’in Suudilerin denetimine girmesi daha kolay olacaktır. Sonuç olarak; zayıf bir İran, İsrail için bir tehlike olmaktan çıkacak, Lübnan ve Suriye’nin İsrail’e karşı olası saldırıları böylece önlenmiş olacaktır.

Ortadoğu konjonktürden kaynaklanan gelişmeler ve suların bu bölgede hala durulmaması, ABD’nin İran’a askeri bir müdahalede bulunması ihtimalini şimdilik ötelemektedir. İran’a saldırması durumunda başta İslami motivasyonlar olmak üzere, bölge devletlerinin bir kısmının kendi çıkarları gereğince İran’ın yanında yer alması ABD’yi askeri olarak zora sokacaktır. Bir kısım İslami örgütlerin (Hizbullah, Hamas vb.) İran’la birlikte ABD’ye karşı savaşacak olmaları, savaşla birlikte, İran’ın da elindeki nükleer başlıklı füzeleri kullanarak, ABD’nin Ortadoğu ülkelerinde bulunan askeri üslerine saldırması ve ABD’nin Irak’ta olduğu gibi yeni bir bataklığa saplanması olasılığı şimdilik de olsa, ABD’yi askeri olarak frenleyen faktörlerdir.

ABD’nin olası bir askeri saldırısı durumunda, Ortadoğu’da dengelerin yeniden değişeceği ve yeni bir “kaos”un diğer emperyalistlerin çıkarına olmadığı da açıktır. Batılı emperyalist güçler, Çin ve Rusya, savaşın şimdilik kendi çıkarlarına uygun olmamasından dolayı ABD ile aynı düşünmemektedirler. Karşı güçler, esas olarak Ortadoğu’da yeniden paylaşılacak olan pazar paylaşımından pay alarak ekonomik olarak etkin bir düzeye gelmek istiyorlar. ABD, bunları gördüğü için şimdilik askeri saldırı yerine, ekonomik yaptırımlarla İran’ı teslim almak istemektedir. Ancak emperyalistler arası rekabet artıkça, ABD emperyalizminin İran’a yönelik olası bir askeri saldırganlığı masadadır.