Komünist 72’den: Dünyada ve Türkiye’de Durum – I. BÖLÜM

2.) Dünyada Devrimci Durum

2.) Dünyada Devrimci Durum

2.1) “Küreselleşme Karşıtı” Toplumsal Hareketler

2008 yılında emperyalist-kapitalist sistemin krizinin başlamasıyla birlikte, kapitalizmin ve neo-liberalizmin yarattığı sorunlara karşı başlayan kitlesel hareketler, en genel ifadeyle “küreselleşme karşıtı” eylemler olarak adlandırıldı. Emperyalist kapitalist sisteme karşı en büyük kitlesel eylemlerden biri 1999 yılında Dünya Ticaret Örgütü’nün toplantısına karşı, ABD’nin Seattle şehrinde yapılmıştı. Hareket 2001’de Brezilya’da Porto Alegre’de Dünya Sosyal Forumu ve İsviçre Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu’na karşı eylemlerle daha bir görünür oldu.

Homojen bir yapıya sahip olmayan bu Hareket, 2008 yılında finansal krizin patlak vermesiyle dünya çapında işgal hareketlerine ve kitlesel protestolara dönüştü. Bu süreçte ön plana çıkanları ABD’de Zuccotti Park’ın işgal etmesiyle yeşeren “Wall Street’i işgal et” ile İspanya ve Yunanistan gibi krizin en sert vurduğu Güney Avrupa ülkelerinde yaşanan uzun süreli ve yüksek katılımlı protestolar oldu. Son on yıl içinde “küreselleşme karşıtı” hareketler sadece ekonomik temelli olmadı. Bunun yanında siyasal ve demokratik talepli eylemler de düzenlendi. “Arap Baharı” olarak adlandırılan hareket son dönemin en önemli kitlesel hareketlerinden biri olarak ön plana çıktı.

Tunus’ta 17 Aralık 2010 günü bir seyyar satıcının yaşadığı ekonomik sıkıntıları protesto etmek amacıyla kendini yakması, Arap Baharı olarak tanımlanan kitlesel eylemlerin başlangıcı oldu. Protestoların sonucunda 1987 yılından beri görevde olan Zeynel Abidin Bin Ali görevinden istifa etmek zorunda kaldı. “Arap Baharı”, Mısır’a Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nda düzenlenen protestolarla ulaştı. Eylemlerin başlamasından 18 gün sonra 30 yıldır ülkeyi yöneten Hüsnü Mübarek istifa etmek zorunda kaldı. Ancak yapılan seçimlerde Müslüman Kardeşler, hükümet kurdu. Bu hükümet bir darbeyle devrildi. Mısır hakim sınıfları “müesses nizam”larını yeniden sağladılar.

Bu kitlesel eylemlerin ve isyan dalgasının Türkiye’ye yansıması ise Gezi İsyanı’yla oldu. 2013 yılında İstanbul’da bulunan Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine karşı çıkarak ekolojik bir amaçla başlayan eylemler, ardından demokrasi ve özgürlüklerin artırılması talebine dönüştü. İstanbul’daki Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nı yeniden yapmak için başlayan inşaat çalışmalarını protesto etmek amacıyla düzenlenen ve daha sonra Türkiye’nin birçok noktasına yayılan eylemler, iş makinelerinin Gezi Parkı’na girdiği ve çalışmalara başladığı bilgisinin sosyal medya üzerinden yayılmasıyla birlikte başladı. Gezi Parkı ve Taksim Meydanı, 20 gün boyunca eylemcilerin denetimine geçti.

Emniyet Genel Müdürlüğü raporlarına göre, bu süre boyunca Gezi Parkı’ndaki eylemlere destek vermek için Bayburt hariç Türkiye’nin tüm kentlerinde protesto gösterileri düzenlendi. Bu gösterilere 4 milyona yakın kişi katıldı. Eylemler sırasında biri polis 8 kişi yaşamını yitirdi. Toplam 10 bine yakın kişi yaralandı. Yüzlerce kişi tutuklandı, bunlardan 120’den fazlası hakkında dava açıldı. Ancak TC devletinin eylemcilere yönelik kini bitmedi. Hürriyet gazetesinin haberine göre 2018’in sonunda Gezi Parkı eylemleriyle ilgili 120 şüpheli için yeniden 6 ayrı dava açıldı.

Dünya çapında farklı tarihsel süreçlerden geçmiş ve farklı siyasi geleneklere sahip ülkelerde, farklı taleplerle ortaya çıkan bu eylemlerin, kendine özgü yanları bulunmakla birlikte ortak noktaları da bulunmaktadır. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi’nden Prof. Dr. Ayhan Kaya, bu eylemlerin her birinin kendi içinde değerlendirilmesi gerektiğini, bu eylemlerin çoğunun sınıfsal saiklerle düzenlendiğini, ancak “Arap Baharı” eylemlerinde görüldüğü gibi aralarında siyaset yapma biçimini eleştiren hareketlerin de olduğunu vurgulamaktadır. Kaya’ya göre bu hareketlerin hepsinin ortak bir noktası var: “Neo-liberal yönetim biçimlerine itiraz.” (“Protestoların son 10 yılı: Ekonomik kriz sonrası kitlesel eylemler dünyayı nasıl etkiledi? Özge Özdemir, BBC Türkçe, 25 Ocak 2019)

Yapılan çeşitli araştırmalar 2008’den günümüze yaşanan bu eylemleri toplumsal hareketler olarak değerlendirmektedir. Bu eylemler, hızla büyüyen öğrenci nüfusuyla beraber, “beyaz yaka iş”lerin arttığı ve yeni kuşağın sokağa çıktığı protestolar olarak tanımlanmakta ve üç kategoriye ayrılmaktadır:

Birinci kategoride kemer sıkma politikaları ve neo-liberalizm karşıtı eylemler. İkinci kategoride ise baskı karşıtı ve demokrasi yanlısı olan, daha çok tartışmalı seçimlerin ardından düzenlenen eylemler: Arap ülkeleri, Rusya, Hong Kong ve Ukrayna’da görülen protestolar. Üçüncü kategoride yüksek enflasyon ve kredi dağıtımıyla büyüyen, bunun sonucunda da yolsuzluğun arttığı ve inşaat sektörünün güçlendiği ekonomilerde ortaya çıkan eylemler. (Erdem Yörük ve Murat Yüksel, “Türkiye Gezi Parkı Protestolarında Sınıf ve Siyaset, New Left Review, 2014, aktaran ady)

Son on yılda yaşanan eylemlerin daha önce yaşananlardan farklı olarak bir diğer ortak noktası da kitlelerin örgütlenmelerinde ve harekete geçmelerinde sosyal medyanın etkin olarak kullanılmasıdır. Son süreçte teknolojinin de gelişimiyle kitlesel iletişim araçlarının yaygınlaşması, beraberinde gerçekleşen bu eylemlerin iktidar yanlısı dışındaki medyayı takip eden daha büyük izleyici kitlesi tarafından takip edilmesini sağlamış, bu kitlenin de eylemlere katılımını artırmıştır.

Sosyal medyanın eylemciler tarafından çok daha hızlı ve etkin kullanımı, hem eylemlerin örgütlenmesinde ve sevk edilmesinde hem de bu eylemlerin dünyanın en ücra köşesine kadar canlı olarak izlenebilmesini doğurdu. Bu ise diğer yandan eylemleri görsel olarak takip eden insanların sosyal medyadan kendi yorum, fikir ve önerilerini de ifade edebilmelerine yol açtı. Eylemciler böylelikle doğrudan doğruya eylemin örgütlenmesi, sevk ve idaresinde söz sahibi oldu.

Bu anlamıyla son on yılda görülen bu eylemlerin en büyük ortak notası “eylem biçimleri” olarak ortaya çıktı. Bu ise 1848 yılında Avrupa’da görülen toplumsal hareketlerde ve 1968 yılında başlayan öğrenci isyanlarında olduğu gibi 2008’in ardından gelen eylemlerde de küresel bir etkileşimin ortaya çıkmasına yol açtı:

“Metropollerin sembolik meydanlarının uzun dönemli işgali, buralarda düzenlenen katılımcı forumlar ve yatay örgütlenmeler, sosyal medyanın etkin kullanımı gibi başka açılardan çok farklı olmalarına rağmen tüm bu isyan halini alan hareketlerde karşılaştığımız unsurlar. Bu anlamda eylem repertuarlarının hatta yer yer kullanılan dil ve sembollerin küresel dolaşıma tabi olduğunu düşünüyorum. Bu benzerlikleri komplo teorileriyle açıklamaya gerek yok. Hem sıradan yurttaşlar hem aktivistler birbirlerinden öğreniyor ve birbirlerini takip ediyorlar.” (Mert Arslanalp, adgy)

Öte yandan emperyalist kapitalist sistemin 2008 krizinden sonra görülen bu eylemlerin bir diğer ortak noktası ise, bu eylemlerin sistemi yıkmak içi değil, sistemi onarmak için gerçekleştirilmesidir. Bunun temel nedeni de, komünist hareketin uluslararası alanda da güçten düşmüş hali, bu hareketlerden uzaklığı, öncülük yapabilecek kapasitelerinin, kitle ilişkilerinin düşük olmasıdır.

Eylemlerin bu özelliği beraberinde bu toplumsal hareketlerin emperyalist kapitalist sisteme alternatif bir sistem önerememelerini ve “ideolojik bir kriz” içinde olmalarını da doğurmaktadır. Örneğin Latin Amerika’daki eylemler ve kitlesel hareketler sonucu kendisini “sol” olarak tanımlayan partilerin büyük kazanımları olmasına ve kimi ülkelerde hükümet olmalarına rağmen, kapitalizm ve neo-liberalizmin ötesine geçmek ya da daha geri düzeyde burjuva demokrasisi anlamında dahi katılımcı bir demokrasi yaratmak açısından sürdürülebilir bir model üretememişlerdir.

Eylemlerin bir benzer özelliği de yerel düzeyde sürdürülen birçok eylemin gerçekte emperyalist kapitalist sistemin yarattığı sonuçlara yönelik gerçekleşiyor olmasıdır. Bu durum yerel düzeyde sürdürülen bu türden eylemlerin birdenbire evrensel bir nitelik kazanmasına yol açmaktadır. Bunun nedeni, ortaya çıkan ve yaşanan sorunların gerçek nedeninin emperyalist kapitalist sistem olduğunun -tam anlamıyla bilince çıkarılmasa da- farkında olunmasıdır. Özellikle 1970’lerden itibaren çevre, insan hakları ve cinsiyet eşitliği konularının evrensel bir nitelik taşıdığının anlaşılmasıyla beraber toplumsal hareketler küresel bir harekete evrilmektedir. (Srilatha Batliwala, adgy)

Bunun en son örneğini dünya çapında ortaya çıkan kadın hareketi oluşturmaktadır. ABD’de Donald Trump’ın başkan olarak seçilmesinin ardından kadınların düzenlediği eylemler, Hollywood’da cinsel tacize karşı başlayan #Metoo (Ben de) eylemleri, Şili ve İrlanda’da kürtaj yasaklamalarına karşı protestolar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde bütün dünyada organize edilen geniş çaplı “kadın grevi” vb. eylemler, kadın hareketinin güçlendiğine verilebilecek örnekler olarak ortaya çıkmaktadır.

Öte yandan küreselleşme karşıtlığı ve kapitalist ekonomik düzenin yarattığı açmaz, aşırı sağın ve milliyetçiliğin de yükselmesine neden olmaktadır. ABD’de alt-right diye bilinen ırkçı alternatif sağ eylemlerinin yükselişe geçmesi ve Avrupa’da göçmen karşıtı aşırı sağın seçimlerde edindiği kazanımlar, son yıllarda ötekileştiren ve azınlıkları hedef gösteren hareketlerin güç kazandığını göstermektedir. Neo-liberalizmin iflasının üzerine “bir de sığınmacılar krizi eklenince, ABD ve Avrupa’da, liberal demokrasiyi, neo-liberal küreselleşmeyi savunan merkez partilerin gerilemesi, küreselleşmeye, liberal demokrasiye karşı bir taraftan yabancı düşmanı ırkçı faşist akımların” yükselmesini hızlandırdı. (E. Yıldızoğlu, 20 Eylül 2018)

Bu durum beraberinde Fransa’da Sarı Yelekliler örneğinde olduğu gibi, yakıt vergisine yapılan zam ve pahalılaşan yaşam şartlarına karşı hem solun hem sağın katıldığı eylemlerin ortaya çıkmasını getirdi. Fransa’da Sarı Yelekliler hareketi her ne kadar benzin zammı ile başlamış olsa da, hareketin süreç içinde hükümeti hedef alması ve hükümetin istifasını isteyen bir düzeye gelmesi, politik hedefi bakımından önemlidir. Bununla birlikte, hareketin temsilcilerinin hükümetle yaptıkları görüşme sonrası bazı sözler almalarıyla sokakların büyük oranda boşalması, taleplerin kısmi kimi reformlarla sınırlı kalması karşımıza yine önderlik sorununu çıkartmaktadır.

Bu hareketin Fransa sınırlarını aşarak Belçika ve Hollanda’ya sıçraması diğer Avrupa ülkelerini ciddi olarak bir endişeye sevk etmiştir. Avrupa ülkelerinde sessizliğin birden fırtınaya dönüşmesi ve kitlelerin sokakları işgal etmesiyle bir kitle hareketine dönüşmesi potansiyeli her zaman vardır. Avrupa’da işsizliğin kitlesel bir boyut alması, yoksulluğun ciddi bir boyuta varması, sosyal haklardaki gasplar, Avusturya’da olduğu gibi çalışma saatinin 12 saate çıkarılması, Fransa’da iş hayatında yapılan değişikler, kitleleri önümüzdeki dönemde daha fazla sokağa yüzünü döndürecektir.

Bu eylemlerin ortaya çıkardığı ve mutlaka değerlendirilmesi gereken en önemli sonuçlardan biri, farklı temalar etrafında örgütlenmeyi toplumun bütün katmanlarına ve farklı mekanlara indirgemeleridir. Kısa dönemde gerçekleşen ve parlayıp sönen bu eylemlerin “daha uzun dönemli, toplumun kılcal damarlarına işleyen ve dip akıntısı olarak tezahür eden etkilerinin de olabileceğini” öngörmek gerekir. (M. Arslanalp, adgy)

Bu nedenle emperyalist kapitalizmin 2008 kriziyle birlikte son on yılda dünya çapında görülen ve “küreselleşme karşıtı” olarak adlandırılan hareketler MLM’ler açısından dikkate alınmalı ve özellikle de kitle hareketlerinin taleplerine yönelik bir politika mutlaka geliştirilmelidir. Bu toplumsal hareketlerin “ideolojik bir kriz” yaşadığı ve esas olarak sistem içi çözüm aradığı koşullarda, sisteme alternatif olanların kendi politikalarını ve çözüm önerilerini ortaya koymaları bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yapılmadığı koşullarda kitle hareketlerinden kopulmakta, toplumsal hareketler, komünist hareketin dışında bir yerde durmaktadır. Bu ise beraberinde bir yandan bu türden toplumsal hareketlerin bütün dinamizmine rağmen yeniden sistem içine dönmesine yol açmakta; diğer yandan ise komünist hareketin kitlelerle buluşması, toplumsal hareketler ile ilişkilenmesi sağlanmadığı koşullarda kendi içine dönmesi ve güçten düşmesine, daha da kötüsü çürümesine neden olmaktadır.

Dünya çapında ve özellikle de emperyalist kapitalist merkezlerde gelişen bir diğer kitlesel güç ise ekolojik harekettir. Dünya çok ciddi bir ekolojik sorunla karşı karşıyadır. Emperyalistler kâr uğruna dünyamızı hızla tüketmektedirler. Doğanın diyalektik dengesi bozulmakta, geriye dönüşü olmayan ekolojik sorunlarla karşı karşıya olan insanlık, gelecekte çok daha ciddi sonuçlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Küresel ısınma tehdidi artık gerçekliğe dönüşmekte, bu da buzulların erimesi ve gelecekte bazı kıtaların su altında kalma riskini artırmaktadır. Kuraklık insanlık için bir başka tehlike olarak daha şimdiden baş göstermektedir. Küresel ısınmaya bağlı olarak su rezervlerinin tükenmesi insanlığı bekleyen bir diğer sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha şimdiden Afrika kıtası su kaynaklarının tükenmesinden kaynaklı, milyonlarca insan temiz suya erişememektedir. Geleceğin en büyük sorunlarından bir de tarım alanlarındaki toprak erozyonudur.

Tüm bunlar dünya ölçeğinde ciddi bir ekolojik hareket doğurmaktadır. Hareketin içinde yer alan gençlik önemli bir yer tutmaktadır. Yaş oranının ortaokul ve lise düzeyinde inmesi, Avrupa genelinde ortaokul ve liselerde okuyan binlerce öğrencinin günlerce okul boykotları yaparak “yaşanır bir dünya istemeleri” talebinin üzerinden atlanamaz. MLM’ler gelişen bu ekolojik harekete karşı politikalar geliştirmek zorundadır.

Emperyalist kapitalist sistem kökten yıkılıp yok olmadıkça insanlık bu sorunları yaşamaya devam edecektir. Anti-emperyalist mücadele her ülkede direkt emperyalizmi hedef alan mücadeleden koparılamaz. Emperyalist ülkelerde, komünist partiler kendi emperyalist burjuvalarına karşı verdikleri mücadele ile emperyalizmi yıkacaklardır. Yarı-sömürge ülkelerde DHD’nin politik hedefi aynı zamanda anti-emperyalizmle karakterize olmaktadır.