c) Avrupa Birliği Emperyalizmi: İhtiyar Dinazor!
İçindekiler
c) Avrupa Birliği Emperyalizmi: İhtiyar Dinazor!
Avrupa Birliği emperyalist bir blok olarak diğer rakip emperyalist güçlere karşı kendi içinde yeni stratejik politikalar belirme konusunda adımlar atmaktadır. AB’nin lokomotif ülkelerinden Almanya, bu yeni stratejik politikaları belirlemede önemli bir yerde durmaktadır. Almanya Başbakanı Merkel’in, 2018 Mayıs’ında Münih Güvenlik Konferansı sonrası yaptığı bir değerlendirmede ”Başkalarına güvendiğimiz dönem bir parça geride kaldı. Bunu son günlerde gördüm. Ve bu nedenle sadece şunu söyleyebilirim: Avrupalılar olarak kaderimizi gerçekten elimizde almamız gerekiyor. Elbette ABD ile dost kalacağız. Ancak Avrupalılar olarak kendi kaderimizi belirlemek için kendimiz mücadele etmeliyiz” ifadelerini kullanması, AB emperyalizmi ile ABD emperyalizmi arasındaki çelişkinin de hangi boyutta olduğunu göstermesi bakımından önemli bir yerde durmaktadır.
Keza ABD ile AB arasında çelişkinin büyümesindeki bir diğer etken de ticaret savaşında, ABD’nin tek taraflı yürürlüğe koyduğu uygulamalardır. AB’den ABD’ye giden birçok ürüne getirilen yeni gümrük vergileri, AB ile ABD arasındaki çelişkiyi derinleştirmiştir. Yine AB içinde Almanya ve Fransa’nın başını çektiği “Avrupa Ordusu” anlaşması, önümüzdeki yılların en temel tartışmalarından biri olacaktır. “Avrupa Birliği Ordusu”nun kurulması güç dengelerini de değiştirecektir. İşgal ve savaş bölgelerine asker gönderme durumunda AB’nin diğer emperyalist güç odakları karşında güçlü bir konuma gelmelerini sağlayacaktır.
13 Kasım 2017 tarihinde AB üyesi ülkelerinin Savunma ve Dışişleri Bakanları’nın bir araya gelerek onayladıkları “Daimi Yapısal İşbirliği Savunma Anlaşması” (PESCO Anlaşması), AB ile ABD arasında NATO’nun işlevi konusunu gündeme getirecektir. PESCO anlaşması bir nevi “Avrupa NATO”su niteliğindedir. AB emperyalistleri PESCO ile savaş bölgelerine asker gönderilebilmeyi hedeflemektedir. NATO’nun işlev ve geleceğinin tartışmalı olduğu bir süreçte PESCO, Avrupa Birliği açısından önemli askeri bir adım sayılmaktadır.
PESCO katılımcı ülkelere 20 şart getirmektedir. Şartları arasında katılımcı ülkelerin “askeri harcamalarını düzenli olarak artırmaları ve yurt dışı operasyonlarına asker verme zorunluluğu, ortak savaş birliklerinin oluşturulması” vardır. Bu oluşumdan esas olarak Almanya’nın yararlanacağı açıktır. Almanya’nın yurtdışına asker göndermesinin hala sınırlı olduğu düşünüldüğünde PESCO ile elini rahatlatacağı açıktır ve bu şekilde istediği kadar askeri işgal bölgelerine göndererek, çatışmalı alanlarda daha fazla söz sahibi olabilecektir.
AB emperyalizmi kendi içinde ciddi ekonomik ve siyasi kriz yaşamaktadır. İngiltere’nin AB’den çıkma kararı AB’nin geleceğini tartışma konusu yapmıştır. İngiltere’nin AB ile olan ilişkileri her zaman sorunlu olmuş, İngiliz tekelci burjuvazisi içindeki bir kesim AB ile olan ilişkilerini sürdürmekten yana bir pozisyon alırken, bir kesim ise; “İngiltere’nin AB’den çıkmasıyla daha bağımsız hareket edeceğini, dünya çapında daha etkin bir İngiltere” hedefiyle hareket etmiştir. Şimdiki durumda İngiltere AB’den çıkma kararı almış olsa da tartışmalar sürmekte ve sürecin nereye evrileceği belirsizliğini korumaktadır.
Avrupa Birliği dev bir ekonomiye sahip olmasına rağmen, kendi içinde yaşadığı ekonomik krizi atlatabilmiş değildir. İtalya, İspanya, Yunanistan iflasın eşiğine gelen ülkeler olarak AB’nin yaptığı “ekonomik destek”le ayakta kalabilmektedir. Bulgaristan, Polonya, Romanya, Çekoslovakya da ekonomik krizle boğuşan ülkeler olarak, AB’ye ”yük” ülkeler olarak görülmektedirler.
İngiltere’nin AB’den çıkma kararı yeni tartışmaları da birlikte getirecektir. AB üyesi birçok ülkede AB’den “çıkılması” yönlü propagandalar artacaktır. Emperyalist bir birlik olarak AB’nin yakın gelecekte bir dağılma olasılığı olmamakla birlikte, önümüzdeki 15-20 yıl içinde ciddi bir dağılma tartışmasının başlaması muhtemeldir. 27 ülkeden oluşan bu birliğin küçülmüş şekliyle; Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İtalya, İspanya gibi ülkelerle “yeni bir Avrupa oluşumu” olasılığı daha şimdiden tartışılmaktadır.
AB’nin diğer emperyalist güç odaklarıyla olan çelişki ve rekabetten daha güçlü çıkması, kendi içindeki çelişki ve rekabeti çözmesine de bağlıdır. Rusya’yla doğal gaz sorunu çözmede zorlukları aşabilmiş değildir. Çin ile yaşanan ekonomik rekabet, Afrika üzerindeki pazar dalaşında süren rekabet, ABD ile belirsizlik AB’nin gelecekteki yerini belirmede önemli bir yerde durmaktadır.
Yine AB emperyalistleriyle -ki bu bloğun başını Almanya ve Fransa, özel olarak da Almanya çekmektedir- ABD emperyalizmi arasında yeni çelişkilerin ortaya çıktığına tanık olmaktayız. Nitekim Merkel hükümeti, ABD emperyalizmiyle Alman emperyalizmi arasında bu çelişkiyi kullanarak, ABD’den rahatsız olan diğer ülkeleri yanına çekmeye ve daha güçlü bir karşı “duruş” ortaya koymaya çalışmaktadır. İlk adım olarak Fransa’yla “Avrupa Ordusu” anlaşması yapması, Münih Güvenlik Konferansı’ndan sonra Rusya’yla doğal gaz anlaşmasına oturması, Almanya’nın ABD’ye “kafa tutması” olarak değerlendirilmekte ve aralarındaki çelişkinin dışa vurumu olarak görülmektedir.
Nitekim Almanya Dışişleri Bakanı Maas’ın “balanslı partnerliği güvence atına almak için, bir çok Taraflılık İttifakına ihtiyacımız var” ifadelerine destek veren Başbakan Merkel; bunu “artık ABD’ye fazla güvenemeyiz” olarak açıklamaktadır. Bu açıklamaların arka planında ise ABD, Çin ve Rusya’ya karşı açtığı ticaret savaşına karşı en büyük rakibi gördüğü Almanya’yı da geriletmek için çalışması vardır. Öte yandan Alman emperyalizmi de ABD’ye karşı daha güçlü bir yerde durmak için, içlerinde Güney Kore, Kanada, Japonya, Meksika, Arjantin, Avustralya ve Meksika’nın da içinde yer aldığı “Çok Taraflılık İttifakı” ile atağa geçmek istemektedir.
Diğer yandan AB’de faşizmin ayak sesleri daha duyulur bir şekilde yükselmektedir. Birçok faşist parti, AB, karşıtı söylem ve göçmenleri hedef alan politikalarla çok rahat hükümete gelebilmektir. Avrupa tekelci burjuvazisi yedek bir güç olarak faşist partileri desteklemekte, yeni faşist partiler kurarak toplumda kabul edilebilir bir düzeye getirmek için bu partiler el altından desteklenmektedir. Almanya’da AfD (Almanya İçin Alternatif Parti) bunun en açık örneklerinden biridir. AfD, tüm propagandasını göçmen karşıtlığı üzerine kurarak toplumdan önemli bir destek almaktadır. Parlamento seçimlerde % 5 barajını aşarak merkezi parlamentoda temsil edilmektedir. AB üyesi birçok ülkede bugün itibariyle birçok ırkçı ve faşist parti, göçmen karşı söylemlerle çok rahat hükümet olabilmektedir. Romanya, Polonya, İtalya, Avusturya’da ırkçı partilerin hükümet olmalarında göçmenleri hedefe koymaları kitleleri etkilemekte ve kitleleri bu partilere yöneltmektedir.
Bu koşullar altında Avrupa Parlamentosu için Mayıs 2019’da yapılacak seçimler önem kazanmış durumdadır. AP seçimlerinde ırkçı ve faşist partilerin milletvekili sayısında belli bir artış olacağı tahmin edilmektedir. Almanya’da AfD Başkanı Gaulang, Fransa’da Le Pen ve İtalya’da ırkçı Lig Partisinin Başkanı Matteeo Salvini tüm propagandalarını göçmen karşı üzerine kuracak ve “AB’nin geleceği yok!” diyerek kitlelerden oy isteyeceklerdir.